Yazılar-Makaleler

"Bu sayfada yazarlık, editörlük, akademik konular üzerime yazılarımı sizlerle paylaşıyorum. Takipte kalınız."

Şiir Nasıl Yazılır? Yahut Asıl Soru Bu mu?

Şiir nasıl yazılır? Bu soruya herkesin verecek bir cevabı elbette vardır. Kimi duygu der, kimi imge, kimi ölçü, kimi ritim… Oysa bunların hiçbiri şiirin kendisi değildir. Ben burada şiirin tekniklerini anlatmıyorum; şiirin niçin var olduğunu, edebiyatın neden onsuz yaşayamayacağını anlatıyorum. Çünkü mesele şiir yazmak değil, şiirle yazmaktır.

Roman yazabilirsiniz. Hikâye anlatabilirsiniz. Olay örgüsü kurmak kolaydır: Mehmet doğdu, büyüdü, âşık oldu, öldü. Bu, bir hayat çizgisidir ama edebiyat değildir. Çünkü edebiyat yalnızca "ne oldu?" sorusuyla ilgilenmez; "neden önemliydi, nasıl hissedildi?" sorusuyla yaşar. İşte o "nasıl" dediğimiz şeyin adı şiirdir.

Şiir dediğim şey bir tür değildir; dizeyle sınırlı değildir. Şiir, metnin içindeki soluktur. Söz diziminin içinde aniden beliren bir boşluk, kelimenin gölgesine sinen tedirginliktir. Şair kâğıda duygularını döken kişi değildir; duygunun arkasındaki yankıyı işiten kişidir. Şiir olayları anlatmaz; olayların insan ruhunda bıraktığı izi görünür kılar. Romanın iskeleti olaydır, ama o iskelete kanı, nabzı, sıcaklığı veren şey şiirdir.

Derrida'nın işaret ettiği gibi, anlam hiçbir zaman tamamlanmaz; sürekli ertelenir, kayar. Şiir tam da bu kaymanın, bu açıklanamayan fazlalığın biçimidir. Borges'in söylediği gibi, yazılan her metin yazılmamış binlerce metnin gölgesini taşır. Şiir o gölgelerin sesidir. Terry Eagleton ise hatırlatır: Edebiyat, duyguları anlatmaz; dilin, tarihin, ideolojinin içinden geçerek duyguyu yeniden kurar.

Bu yüzden şiiri yalnızca heceyle, kafiyeyle sınırlamak metni eksiltmektir. Ölçü, ritim, uyak elbette vardır ama şiir onlardan ibaret değildir. Şiir bazen bir romanın tek bir cümlesinde saklıdır, bazen bir hikâyenin hiç yazılmamış satırındadır. Şiir, türler arasında dolaşır, dizeye zorlanmaktan hoşlanmaz. Onu yok sayarsanız, geriye yalnızca olay kronolojisi kalır; edebiyat değil, rapor yazmış olursunuz.

Peki şiir nedir? Biz roman, hikâye, deneme yazıyoruz… İnsanın ilk edebî deneyimi olan şiir, sanki tarih öncesinde kalmış gibi görünür. Ama şunu da biliyoruz: Şiir, edebiyatın en eski biçimi değil sadece; aynı zamanda onun yapı taşıdır. Hikâyeyi yaşatan, sıradan bir olayı anlatıya dönüştüren şey şiirdir. Olay örgüsünü sıralayarak metin yazabilirsiniz: Mehmet doğdu. Büyüdü. Âşık oldu. Öldü. Bu romanın çatısıdır ama kabul edilir mi? Hayır. Çünkü bu yalnızca yaşanmışlıktır; edebiyat değildir. Bunun edebiyat olabilmesi için şiire ihtiyaç vardır. Yani bu hayatı yalnızca anlatmanız yetmez; onu hissettirmeniz gerekir. Ve hissettirmek dediğimiz şeyin adı, en yalın hâliyle şiirdir.

Muhammed Yağarkar, 9 Kasım 2025.

Yapay zeka ile oluşturulmuş "amanita muscaria"
Yapay zeka ile oluşturulmuş "amanita muscaria"

Yazarlık Bitiyor mu? Yapay Zekâ, Yaratıcılığı Öldürür mü?

Geçen gün profesyonel bir ortama girdim. Herkes yazılarını yapay zekâ ile yazdırıyordu. Eskiden bir kelimenin seçimi, bir cümlenin kurulumu saatler sürerdi. Bir metnin tonunu, ritmini, duygusunu oturtmak için yazarın zihniyle mücadele etmesi gerekirdi. Şimdi ise durum değişmiş görünüyor. Akademik makalelerden tutun da ilkokul öğrencilerinin ödevlerine kadar pek çok metin yapay zekâ tarafından oluşturuluyor. Hatta şu anda okuduğunuz bu metin bile benim cümlelerim üzerine yapay zekânın düzenlemeleriyle şekilleniyor.

Peki bu sağlıklı bir süreç mi? Yaratıcılık bu kadar kolaylaştığında körelir mi? Yapay zekâ yalnızca yazmıyor, aynı zamanda resim çiziyor, karikatür üretiyor, kitap kapakları tasarlıyor. Bir çocuk kitabını birkaç saate resimlemek, binlerce kuş fotoğrafı çekmeden kuş ansiklopedisi hazırlamak, mevsimi beklemeden mantar türlerini görselleştirmek artık mümkün. Eskiden araştırma, emek, saha çalışması gerektiren işler, şimdi birkaç komutla yapılıyor.

Ama burada kritik bir ayrım var: Yapay zekâyı nasıl kullandığımız. Eğer sadece "yaz" deyip çıkan metni kendi üretimimizmiş gibi sunarsak bu bir tür kopyalama ve yüzeyselleşme anlamına gelir. Fakat yapay zekâyı araştırma, fikir üretme, hata yakalama, yeni bakış açıları geliştirme amacıyla kullanırsak bu yaratıcı süreci zayıflatmaz, aksine güçlendirir.

Yapay zekâyla metin üretmenin etik sınırları olmalı. Bugün internette Game of Thrones evreni için yapay zekâ ile yazılmış fan romanları dolaşıyor. George R. R. Martin romanı tamamlamadan önce karakterleri, olay örgüsünü, dünyasını kullanarak yeni bir kitap yazmak başlı başına bir sorun değil mi? Telif hakkı, özgünlük, yazarlık sorumluluğu burada tartışmaya açılıyor. Çünkü ortada yazarın izni yok, evren ona ait fakat metni yazan bir insan değil.

Bu nedenle yapay zekâ ile üretimde bazı etik kurallar olmalı. Birincisi, şeffaflık. Eğer bir metin tamamen yapay zekâ tarafından oluşturulduysa bu açıkça belirtilmeli. Eğer yapay zekâ sadece yardımcı olduysa, fikir önerdi veya dil düzenledi ise bunun da farkı ortaya konmalı. Şu anda bu metinde olduğu gibi: Düşünceler bana ait, fakat bazı bilgileri bilmiyor, senden eklemeni istiyorum. Bu açıkça belirtiliyorsa, bu etik sayılabilir.

İkinci kural, yapay zekâyı metnin yazarı değil, düşüncenin aynası olarak görmek. Yapay zekâ; metni geliştirebilir, fikir ekleyebilir, ön eleştiri sunabilir ama insanın yerine düşünmemelidir. Yapay zekâdan önceki döneme ben "kör yazarlık" diyorum. İnsan yazıyı tamamlar, sonra belki Britannica açar, sonra Wikipedia'ya bakar. Herkes bu disiplini gösteremezdi, sadece araştırmacı, sabırlı, entelektüel yazarlar metinlerini böyle zenginleştirirdi. Şimdi ise doğru komutları veren herkes birkaç saniyede ansiklopedik bilgiye ulaşabiliyor. Bu bir yandan büyük bir fırsat, diğer yandan yazıya emek verme kültürünü zayıflatma ihtimali taşıyor.

Üçüncü kural, yapay zekâyı ilham kaynağı olarak görmek ama asla ikame olarak kullanmamak. Yani yaratıcı olan hâlâ insan olmalı. Eğer tüm yükü yapay zekâya bırakır, sadece kopyala-yapıştır yaparsak, zamanla düşünme kaslarımız körelir. Ancak yapay zekâyı bir düşünce ortağı gibi kullanır, metni geliştirme, eksik yerleri görme, farklı bağlantılar kurma aracı haline getirirsek, bu yazarlığı bitirmez; daha gelişmiş bir seviyeye taşır. Çünkü yapay zekâ yazabilir ama yaşayamaz. Aşık olmaz, kalbi kırılmaz, bir şiirin yazıldığı geceyi iliklerinde hissetmez. Sadece taklit eder, harmanlar, yeniden sunar. O yüzden asıl mesele makinenin yazması değil, insanın vazgeçmesidir.

Bugün herkes entelektüelmiş gibi görünüyor çünkü bilgiye erişmek çok kolay. Fakat entelektüel olmak yalnızca bilgi sahibi olmak değil, bilgiye kendi sesiyle yorum katabilmektir. Yapay zekâya bir cümle yazdırmak entelektüel olmak değildir. Asıl mesele, "Bu cümlenin sorumluluğunu alabiliyor muyum?" sorusuna verilen cevaptadır.

Sonuç olarak yapay zekâ yazarlığı bitirmiyor, sadece yazarlığı daha görünür biçimde sorgulatıyor. Kimin gerçekten düşündüğü, kimin sadece kopyaladığı artık daha net ortaya çıkacak. Yaratıcılık ölmez, fakat tembelleşirse geri çekilir. Eğer yazmak hâlâ bir ihtiyaçsa, insan yazmaya devam edecektir. Yapay zekâ kalem gibidir; ona ruh veren el, hâlâ insana aittir.

Muhammed Yağarkar, 9 Kasım 2025.